'10.01.2013'
Sayın DİNÇER’e Açık Mektup!
Anadolu Eğitim Sendikası'ndan Sayın DİNÇER’e Açık Mektup! İşte o mektup;
"İdealleri olan her öğretmen Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ömer Dinçer’in de “başarılı olma” ve “fark yaratma” isteğini insani bulur. Aynı eksende bu “fark yaratma” isteğinin kendisini bilerek/bilmeyerek birçok hataya düşürdüğünü görmekten üzüntü duyuyoruz.
Mark Twain’in “Kişilere hatalarını söylemezseniz zamanla hatalarını hüner zannederler” sözünün altını çizerek, fark yaratmayı gerçekten isteyen Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ömer Dinçer’e aslında nerede yanlış yaptığını hatırlatmak gibi bir sendikal borcumuz olduğuna inanıyorum. Kendisinin bu ülkenin ilk Milli Eğitim Bakanı olmadığını ve biriken tüm sorunların kaynağı olmadığı da malumumuzdur. Meramımız biriken sorunların çözülmesi ve Sayın Dinçer’in “fark yaratırken başarılı olanlar” arasında yerini almasıdır.
Daha önce Sayın Dinçer’i bazı yazılarımda çok sert bir dille eleştirmiş olmama, EBS dışında bir sendika mensubu hatta temsilcisi olmama rağmen bu yıl “Mesleğinde Fark Yaratan Öğretmen” ödülünü kendi elinden aldığımın da bilinmesini isterim. Ankara’da bulunduğum süre zarfında 81 il temsilcisi olan Öğretmen arkadaşlarım arasında belki de “en niteliksizi” olduğumu ve seçimler yapılırken sendika ve dünya görüşü ayrımından şiddetle kaçınıldığını gördüğümde bunun Milli Eğitim tarihinde bir ilk olduğunu belirtmiş ve Sayın Bakanımız Ömer Dinçer’e teşekkürlerimi sunmuştum. Nitekim kendileri de eğitim camiasının en büyük sorununun “eş, dost, yandaş” kavramlarının “liyakat” unsurunun önüne geçtiğini bizzat belirterek bunu ortadan kaldırmaya çalıştıklarını söylemişti…
Tüm bu girizgâhtan sonra Sayın Bakan’ın nerelerde yanlışlar yaptığını ve neleri düzeltmesi gerektiğini maddeler halinde somut bir şekilde sıralamak istiyorum. Şuna inanıyorum ki Sayın Bakan eğer aşağıda belirteceğimiz maddeleri uygulamaya sokarsa kesinlikle kazanan bu ülkenin evlatları olacaktır, geleceği olacaktır…
MALZEMEDEN ÇALMAK OLMAZ
En büyük projelerde ve hayranlık duyulan eserlerde malzemeden çalındığını, tasarruf edildiğini göremezsiniz. Eğitimin de en önemli malzemesi ÖĞRETMENDİR. Çimentosu eksik konmuş, demiri esirgenmiş bir bina nasıl çökerse öğretmeninden tasarruf edilmiş bir eğitim sistemi de aynı şekilde çöküşe mahkumdur. Eğitim başarılarımızda çitayı yüksek tutacaksak bir yandan yeni öğretmen atamalarını yapmak, öte yandan kadromuzdaki öğretmenleri maddi-manevi olarak tatmin etmek zorundayız. Geçim sorunu, re’sen atamalar, atanamamalar, özür grupları tayini ile boğuşan öğretmenin akademik başarısının düşmesi olağandır. Mezun olmasının üzerinden yıllar geçtiği ve KPSS başarısı gösterdiği halde kadro bekleyen öğretmen de mesleki heyecanını eskitecektir.
Öğretmene harcanacak bütçe fiziki donanıma ve teknolojiye yaptığımız harcamadan öncelikli olduğunda, akademik başarı daha çabuk ve büyük ölçekli gelir.
ÖĞRENCİ MERKEZLİ EĞİTİM ANLAYIŞI GÖZDEN GEÇİRİLMELİDİR
Öğrenci merkezli anlayış son zamanlarda yaşanılanlardan sonra İflas ettiğini uygulamada göstermiştir. Öğrenciyi merkeze alan sistemin sonuçlarını özellikle liselerde öğretmenlerinin sırtına binen, onlara küfür eden, canını sıkan ufak bir şey olduğunda babasına şikâyet eden, Alo 147’de, bıçaklama ve öldürme olaylarında görüyoruz. Tüm samimiyetimle belirtmek istiyorum ki bunun sebebi “Öğrenci Merkezli Eğitim” anlayışıdır. Bir çocuğa kızıldığında her nedense “psikolojisi bozuldu” denilerek doktor doktor dolaştırılan ve ekranlarda bir trajedi olarak gösterilen bir durumun; öğrenci şiddetine maruz kalarak öldürülen bir Öğretmen’den çok çok daha işlenmesi acaba neyin sonucudur, neye hizmet etmektedir? Aynı kapsamda her türlü akademik başarıyı öğrenci, idare, veli sahiplenirken başarısızlıkların gerekçesi-savunması öğretmene sorulmaktadır. Geçilmesi düşünülen “performans” sisteminde de öğrenci başarılarının öğretmen niteliğini ölçmede kriter kılınması durumunda telafisi imkansız zararlar oluşacağı muhakkaktır.
İTİBAR DEYİP GEÇMEMEK LAZIM!
Ulusal platformlarda sıklıkla işlenen “Öğretmen’in İtibarsızlaştırılması” konusu basit bir konu olarak görülmemelidir. İtibar denen olgu Maslow’un İhtiyaçlar hiyerarşisinde de 4. Aşamaya denk gelmektedir. Saygı aşamasını geçemeyen birisinin merak ve estetik ihtiyaçlarını gideremeyeceği gibi “kendisini gerçekleştirmesi de” mümkün değildir… Dolayısıyla Öğretmen’e itibar konusunu yüzeysel olarak değerlendirip bu sorunu çözmekten kaçınmaya çalışan Milli Eğitim Bakanlığı eğitim-öğretime ve personeline zarar vermektedir… Netice de İnsanlar iki şey için yaşar 1-Ekmek, 2-İtibar…
OKULLARIN GÜVENLİK GÖREVLİSİNE DEĞİL SAYGINLIĞA İHTİYACI VARDIR
Özellikle son aylar içerisinde bölücü örgüt yandaşları tarafından ülkenin en savunmasız kurumu olan okullara yönelik saldırıları hepimiz büyük bir üzüntü ile seyretmek zorunda kaldık. Birçok kişi bu saldırıların “İtibarsızlaştırma” politikasının bir sonucu olduğunu düşünüyor… Toplum nazarında itibarı zedelenen ve az çalışmakla suçlanan eğitimcilerin bakanlık nezdinde değersiz olduğunu gören bölücü örgüt yandaşlarının bundan cesaret aldıklarına dair değerlendirmeler acaba kayda alınmayacak değerlendirmeler midir?
ŞİDDETE VE SUÇA BULAŞAN ÖĞRENCİLER İÇİN YAPTIRIM OLABİLMELİ
Geçenlerde 13-15 yaş arası 3 çocuğun bir hırsızlık olayına karıştığı bir vaka meydana geldi. Söz konusu olayda bir okulun yanı başındaki sağlık ocağı hedef seçilmişti. Sağlık ocağı çalışanların olayı fark etmesi ve suça karışan öğrencilerin yakalanmasından sonra okul idarecileri ve jandarma olay yerine intikal etti. Okul müdürü “Bu çocukların çok fazla vukuatları var. Yapabileceğim hiçbir şey yok. Okulumuzda da 3-4 hırsızlık girişiminde bulundular. Tutanak dahi tutamıyorum. Kısacası benim yapabileceğim hiçbir şey yok” derken Jandarma’da “Biz de bir şey yapamayız bunları yaşı ufak, götürsek bile hemen bırakmak zorundayız” dedi. Bunun üzerine o çocuklar bu ülkedeki sistemin ortaya çıkarttığı en büyük rezaletin resmini ortaya koyarak kahkaha atmaya ve elleri bellerinde dışarı çıkmaya başladılar. Şimdi beklenen bu çocukların 18 yaşına girerek suça bulaşmalarıdır…
ÖĞRENCİ SINIFTA KALMA KAYGISINI, GEÇME HEYECANINI YAŞAMALIDIR!
Başarısız bir öğrenciye sınıf tekrarı yaptıramamak en başından “öğrenciyi kaybetmek” demektir… Ne şart altında olursa olsun sınıfı geçeceğini bilen bir öğrenci için sınıfın ve sınıfın içindeki hiçbir unsurun itibarı söz konusu değildir. Başarısız veyahut niteliksiz öğrencilerin her sene “bir seçim yatırımı-affı” yapılıyormuşçasına aftan yararlandırılmaları ve öğrencilerin eğitim-öğretim sezonu başlar-başlamaz sınıfta kalma kaygısı duymamalarını sendikamız tarafından “değiştirilmesi gereken bir durum” olarak değerlendirilmektedir…
ÖĞRETMENE HER TÜRLÜ ŞİDDET SERT BİR ŞEKİLDE CEZALANDIRILMALI
Sıradan bir vatandaşın yanlışlıkla bir yerini inciten veyahut “bak, git oğlum” diyen bir çöpçü için 3 yıl ceza istendiği bir ülkede eşek sudan gelinciye kadar dayak yiyen, bıçaklanan veyahut renciden edilen eğitim camiasının mensuplarının kendilerini yasal olarak güvende hissetmemeleri kabul edilemez bir durumdur. Ülke şartlarında “yediği dayak, yanına kar” olarak kalan tek meslek gurubunun “yasal destek” sıkıntısı bir an önce giderilmelidir…
KALİTESİZ YÖNETİCİLER KESİNLİKE EĞİTİMDEN UZAKLAŞTIRILMALI
Sadece eğitim-öğretim dünyası içerisinde değil, hemen hemen bütün kurumlarda hatta aile içerisinde bile liderlik, yöneticilik görevini üstlenen kişilerin yeterli liyakata sahip olmaması halinde kurum veyahut aile içerisinde birçok problemler yaşanmaktadır. Özellikle Milli Eğitim Bakanlığına bağlı Taşra yöneticileri arasında görevine yeni başlamış bir öğretmenin bilgi ve becerisine bile sahip olamayan yöneticilerin bir okulu, bir ilçeyi ve hatta bir ili yönettiğini görmekteyiz. Şimdi bu durumda eğitim camiası kaliteyi nasıl yakalayacak? Liyakat derken “yandaş sendika, yandaş cemaat, yandaş parti” üçgeninde yapılan değerlendirmeler sonucunda atanan kişilerin hangi bilgi, beceriye sahip oldukları hiç mi düşünülmez? Bir ülkenin geleceği olan çocuklar sırf “torpilli adamımdır” diye atanan kişilerin egolarına kurban edilmemelidir… Kalitesiz yöneticiler kesinlikle eğitim-öğretim camiasından uzaklaştırılmalıdır, kimin hangi kalitede olduğunu yönetmekte oldukları kitleye yani biz öğretmenlere sormanız yeterli olacaktır…
EĞİTİMDE BAŞARILI OLANLAR “BAŞARDIKLARINA PİŞMAN” EDİLMEMELİDİR
Bazen sanal medyada ve ekranlarda okuruz. Öğrencileri için halkı için memleketi için kendisinden bir şeyler veren fedakâr öğretmenleri okuruz. Kendi cebinden okuluna kalorifer tesisatı döşeyen Karlıova-Yiğitler-Mezracık öğretmeni Kurtuluş hocayı da okuruz…
(Bir öğretmenin DEVLET olması, DEVLET asli görevini yapmamış olduğu için asıl görevi dışında büyük sorumluk ve fedakarlık yapmak zorunda kalması görmezden gelinir. Konuyu kamu spotu ile reklamlaştırılırken aslında “kamusal bir ayıp” deşifre ettiğimizi aklımıza bile getirmeyiz. Başka bir yazının konusu olsun…)
Peki hiç düşündünüz mü bu öğretmenlerin bunları yaparken ve yaptıktan sonra nelerle karşılaştıklarını? Gidiniz ve sorunuz… Bu memlekette hayırlı işlere imza atanların nasıl pişman edildiklerini, haklarında soruşturmalar açıldığını ve hangi kriterlere göre dağıtıldığı aslında belli olan “Meçhul Başarı Belgelerinin” hangi kriterlere göre verildiğini ve bu belgelerden canını dişine takan eğitimcilerin yararlanamadığını “başardıklarına pişman” olanlara sorunuz… Sayın Bakanım…
ŞNT’LER DEN OKULLARIN HESABINA KAYNAK AKTARILMALI
Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde halkın deyimiyle “çocuk parası” olarak bilinen ve 30 Liradan başlayan yardım parasının çocuklar için kullanılması gerekmekte iken maalesef tam tersi bir durum yaşanmaktadır. Okula yapılan ufacık bir bağışın peşine düşen, müfettişler görevlendiren Meb in bu ŞNT paralarının nasıl kullanıldığının peşine düşmemesi enteresandır. Okulların da bütçelerinin olmayışı hesaba katıldığında ŞNT paralarından 3’te 1 oranında okulların hesabına aktarılması halinde her okulun özel bir kolej olma yolunda büyük bir kazanım elde edeceğini acaba hangimiz inkâr edebilir? 500 öğrencili bir okulda her ay Öğretmenden 50 tl toplamak yerine ŞNT’den gelen ve öğrenci başı 10 Tl olan paranın kullanılması halinde aylık ele geçen 5.000 Lira ile acaba hangi okulu özel okul kalitesine ulaştıramazsınız? 20 Öğrencili bir köy okulunda öğrenci başı okul hesabına aktarılacak 10 Lira ile okula kısa sürede bir kat kalorifer sistemi dönenilebileceğini biliyor muydunuz? Okullar izlenilecek bu yöntem ile özerkliklerini kazanacaklardır…
YETERLİ DERECEDE İSTİŞARE YAPILMALI
İslam dininde “İstişare” çok önemli bir unsurken demokrasinin de ilk adımı diyalogdur. “İstişare eden yanılmaz” öğretisine inanan, demokrasinin diyalogla başladığını savunan biri olarak Sayın Dinçer’in yeterli derecede istişare ettiğini, eğitimin taraflarıyla diyaloga geçtiğini düşünmüyorum. Zaman zaman bakanlık personelinin bile bu konuda çok ciddi sitemlerine şahit olmaktayız. Hemen hemen her konuda “ancak ben bilirim” deyip istişareden kaçınmak yaptığınız işte haklı da olsanız “başarısız” olmanıza neden olmaktadır. Bu noktada Milli Eğitim Bakanımız Sayın Ömer Dinçer’in İstişare kurulunu sıklıkla kullanması, eğitim sendikalarının tümüyle yapıcı bir diyalog sürdürmesi bu ülkenin yararına olacaktır…
SON SÖZ…
Bizim özlemini duyduğumuz çağdaş, bilimsel ve kaliteli eğitimdir, işini hevesle yapan ve emeğini helal eden öğretmenlerle, okula severek giden, bilgiyle donanarak dönen öğrencilerdir. Başka da hiçbir derdimiz yok. Yüreğini ortaya koyan eğitimcilerin heyecanını kaybettiği ve bir köşeye çekildiği günleri görmeyi asla istemiyoruz…
Ülkenin geleceğine yani eğitimine dair yön çizen, karar verenlerin Milli eğitim Bakanımızdan başlamak üzere, manzarayı analiz ederek, işbirliği ve istişare ile yapıcı değişiklikleri gerçekleştirmesini beklemekte, arzu etmekteyiz. Yapıcı adımların olumlu karşılıklarını hep birlikte aldığımızda övgüye mazhar olanın kim olduğu önemini yitirecektir. Biz takdir edenlerden olacağız…"
Veysel ÇELİKER
Anadolu Eğitim Sendikası
Sözcüsü/Bingöl İl Temsilcisi