Öğretmenler Eğitim Sisteminin Neresinde?
'23.04.2013'
haber detay

 

Öğretmenler Eğitim Sisteminin Neresinde?
Milli Eğitim Temel Kanununun milli eğitim sistemine yüklediği görev; Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı destekleyerek hızlandırmak ve nihayet Türk Milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır. Bu görevin öncelikli muhatabı öğretmendir.
 
Kanunda belirlenen bu amaçlardanyola çıkarak şunu söylemiş olursak, abartmış olmayız:
 
Türkiye Cumhuriyeti kendi varlığını “öğretmenler” eliyle sürdürmeyolunu seçmiştir.
 
Temel sorunlarımızdan biri, eğitim sisteminden beklediklerimizle onugerçekleştirecek olanlarla ilgili algımız arasındaki çelişkidir. Eğitimsisteminden beklediklerimiz bir ülkenin kaderini belirleyecek kadar büyük amaonu gerçekleştirecek olan ÖĞRETMENE yönelik algı bir o kadar küçük. Buçelişkiyi ortadan kaldıramadığımız sürece diğer sorunları konuşmak, teorilerüretmek,  köklü bir çözüm getirmeyecektir.
 
Eğitim adına ne yapıyorsak, öncesınıfta, öğretmen ve öğrenci arasındaki ilişkinin başarısı içindir. Bakan,bakanlık, il ve ilçe müdürlüğü, okul müdürü, müfettiş, veli, hizmetli, memursınıfın dışındaki herkes, sınıftaki ilişkilerin başarısına hizmet edenkişilerdir. Oysa eğitim yönetimi anlayışımız bununla tamamençelişmektedir. 
 
Bugünkü eğitim yönetimiyaklaşımımız, tepesi üzerinde yürüyen bir insanın durumuna benzemektedir.Elbette ki böyle yol almaya kararlı birinin hemen yorulması, düşmesi,tökezlemesi, etrafındakilerin üzerine yıkılması olağandır. Kariyerbasamaklarında yükselme uygulaması ile öğretmenin üzerinde uzman vebaşöğretmenler yer almaktadır. Öğretmenin yeri bu piramitte yükselmiş oluyor mutakdir sizin.
 
Türkiye’de eğitim yönetimi,öğretmenlik mesleğini ortadan kaldırmakta, öğretmen adı altında sınıflardagörevlendirilen memurlara dönüştürmektedir çünkü öğretmenin hiyerarşikyapılanma içindeki yerini doğru olarak belirlenmemiştir. Anadolu Eğitim-Senolarak biz bu yapılanmanın piramit değil çember oluşturması gerekliliğineinanmaktayız.
 
Milli Eğitim Bakanlığıhiyerarşik yapı içinde öğretmeni en alt seviyeye iterken, bir yandan daöğretmen niteliğini, yeterliliğini sorgulamakta, her başarısızlığı öğretmenefatura etmektedir. Bakanlıkça, öğrenciyi Tanıma, öğretimi Plânlama, materyal geliştirme,öğretim yapma, öğretimi yönetme, başarıyı ölçme ve Değerlendirme, rehberlik yapma,temel becerileri geliştirme, özel eğitime gereksinim duyan öğrencilere hizmet etme,yetişkinleri eğitme, ders dışı etkinliklerde bulunma, kendini geliştirme, okulugeliştirme, okul-çevre ilişkilerini geliştirme…  gibi başlıklar altındaöğretmende olması gereken 200’ün üzerinde özelliği sıralamaktadır.
 
Eğitim yönetiminde, bakanlık merkez teşkilatındaki makamlarınhiçbirinde bu çapta yeterlilik aranmaktadır. ÖĞRETMEN olmak bile şart değildir.
 
Öğretmenlik, öğretebilme,karşısındakinin bilmesini sağlamaya indirgenebilecek iş değildir. Bu mesleğin,sanatsal bir yönü, idealist olma ve sabırlı olma yönü vardır. Öğretmeni sınıfagirmeden önce uzmanlaştırmak zorundayız. İnsanlar üzerinde deney yapmamalıyız.Bu gün ne yazık ki pek çok “öğretmen” öğretmenliğini öğrenciler üzerindedeneyerek öğreniyor. Verdiğimiz hasara “eğitim zayiatı” mı diyeceğiz?
 
Nerede öğretmenlerin sorunlarıkonuşuluyorsa orada, haklı olarak Cumhuriyetin ilk yıllarına yönelik biröykünmeye tanıklık ederiz. Cumhuriyetimizin en genç ve kuşkusuz en başarılıMilli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’dir. Bakanımız 1928-29 eğitim-öğretim yılıbaşında, yeni mezun öğretmenlere yazdığı mektupta şunları söylüyordu: "Oraya varır varmaz yol donatım bedelini dealacaksın. Yollarda yardımda bulunmaları için Milli Eğitim yetkililerinegerekli emir verilmiş olduğundan, istasyon, terminal gibi yerlerde yakalarındayıldız bulunan görevliler seni bekleyecek, rehberlik edeceklerdir”.
 
Ülkenin ağır ekonomik şartlarınarağmen maaş, yolluk, sağlık giderleri ve benzeri özlük haklarınınkarşılanmasında çok duyarlılık gösterirdi. Aynı duyarlılığı göstermeyensorumlulara hoşgörülü olmazdı. O, öğretmenlerin maaşının zamanında ödenmesindeduyarlı olmayan bir valiyi, "Öğretmen ve eğitime böyle saygı ve ilgiduymayan bir vali ile çalışamayacağım" diyerek görevinden alabilmiştir. Kiaynı dönemde bir öğretmenin aldığı maaş, valilerinki ile eşdeğerdi. Bu gün biröğretmenin maaşı aynı derecedeki valinin maaşının çeyreği bile değildir. Maaş,yolluk, sağlık giderleri, eğitime yön verme açısından 80 yıl öncesini arıyor,anıyor olmak üzücüdür.
 
Ne oldu da yokluklar içindekibir cumhuriyetin öğretmenine verdiği önem ve ona bağlı olarak öğretmenin sosyalstatüsü zaman içersinde azaldı ve hatta yok olma noktasına geldi? CumhuriyetTürkiye’sinin inşa edildiği günlerden daha zor bir şartlarda olmadığımıza göreöğretmen niteliği, eğitimi için, ekonomik ve sosyal statüsü için yatırım yapmak,öncelikler arasında üst sıralarda tutmaktan neden vazgeçtik?
 
Japonya’da yapılmış geniş çaplıbir araştırmaya göre eğitimden ve onun en önemli bileşeni olan öğretmenlerüzerinden yapılan her bir birim tasarrufun orta vadede ekonomiye 7 birim zararolarak yansıdığı sonucuna ulaşılmıştır. Türkiye’de 1950 lerden başlayarakyürütülen neoliberal politikalar, eğitimin ülke ekonomisine yük olarakalgılayan yaklaşımlar yüzünden topluma fatura edilen zararı somut olarakpaylaşıyoruz.
 
Bakmayın Türkiye’nin “uluslararası öğretmen hakları bildirgesine” imza atmış olmasına, “Devlet MemurlarıKanunu” gibi koruyucu, kollayıcı bir kanunun sağladığı güvenceye veyaÖğretmenlerin bu ülkede ve birçok ülkede mesleklerinin getirdiği haklarıyoktur.
 
Doktor, hijyen koşullarısağlanmamış, gerekli aletler hazırlanmamış, kendisine yardımcı olacak kişilerhazır hale gelmemiş bir ortamda, “ben bu ameliyatı yapmıyorum” diyebilir mi?Bir yargıç, göreceği davada alacağı en doğru karar için gerekli bilgiler dosyakonmadan, tanıkları dinlemeden, davayı tamamlayabilir mi? Kendisine bunuyapacaksın dendiğinde, ben bu davadan çekiliyorum diyebilir değil mi? Örnekleriçoğaltmak mümkün. Doktor, ameliyatı yapmıyorum diyebilir, yargıç davadançekilebilir. Benzer bir durumu, öğretmenler açısından düşünelim. 50 kişilik birsınıf, çocuklar oturacak yer bulamıyor, ders içerikleri bilimsellikten uzakhatta dersin gerekliğine öğretmen kendisi inanmıyorken biz NİTELİKLİ EĞİTİMbekliyoruz.
 
Oysa:
 
    * Öğretmenin makul mevcutlu sınıflarda ders yapma,
* İşiyle ilgili hazırlıkları okulda ve uygun ortamda yapma,
* Yeter derecede eğitim materyalleriyle donatılmış birortamda ders yapma,
* Normal bir yaşam sürdürecek kadar ücret alma,
Ders programlarının ve öğretim yöntemlerinin belirlenmesinde ve okulda eğitimleilgili alınacak kararlarda söz hakkı ve belirleyici olma gibi haklarıolmalıdır.
 
Bunun içinde önce, öğretmenliğinbir meslek olarak kabul edilmesi gerekir. Herkes birilerine bir şeyleröğretebilir, iyi bir mühendis, bir matematik öğretmeninden matematiği daha iyibilebilir ve öğretebilir. Biz ısrarla öğretmenlik mesleğini, öğretebilme fiiliüzerinden tanımlıyoruz. Zaten adımız da buna uygun. Öğretmenlikte, öğretebilme,işin sadece bir yönüdür. Öğretmenlik, öğretebilme, karşısındakinin bilmesinisağlamaya indirgenebilecek iş değildir. Sanatsal yönü, becerileri unutulduğundaiş BELLETME haline gelir.
 
Giderek yaygınlaşan bir başkayaklaşımda okulun market, öğrencinin müşteri, öğretmenin de bu talebikarşılayan olarak tanımlanmaya çalışılması, öğretmenin müşteri memnuniyetinegöre değerlendirilmesidir.
 
Hiçbir yapı var oluş nedenive  başarı gerekçesiyle Milli Eğitimin sisteminin başarısız olmasındanbeslenmemelidir. Buna özel okullar, dershaneler ve sendikalar da dahildir. Kimiülkelerde eğitim, kendiliğinden piyasa koşullarına göre şekillenmiş,dolayısıyla arz ve talep kendi içinde bir çözüm üretmiştir. Oysa ülkemizde,eğitim talebini de arzı da devletin kesin çizgilerle biçimlendirdiği açıktır.Bu yaklaşım, Cumhuriyetimizin öğretmen algısıyla tamamıyla ters düşmektedir.
 
4x3 Eğitim sistemine geçildiktensonra 81 ilde binlerce öğretmenimize sistem değişikliği öncesi ve uygulamabaşladıktan sonra bakanlık veya STK lar tarafından “görüşlerinize başvuruldumu” diye sorduk. Öğretmenlerimizin %94.3 ü HAYIR diye yanıtladı.
 
Öğretmenliğin, kendisininuzmanlık mesleği olduğunu reddedip kendi içinde uzmanlık aşamaları yaratmakta,sözleşmeli, kısmi zamanlı, vekil öğretmen gibi olağan durumların dışındadevreye sokulacak çalışma biçimlerini yaygınlaştırmaktadır. Bu anlayışıngetirdiği düzenlemeler, öğretmenlik mesleğini, işçi statüsüne indirgemektedir.Ülkenin var olan kaynaklarının nereye aktarılacağı bir tercih meselesiyse,sistem değişikliği için yapılan harcamalar, bilgisayarlar ve ücretsiz derskitaplarına gelinceye kadar akademik, ekonomik ve sosyal açıdan yoksunlukiçindeki öğretmenlerin önceliğigözetilmelidir.             
 
TürkMilli Eğitimi, Sistemsizliği Sistemleştirmiştir!
 
Bir sonuç elde etmeye yarayanyöntemler düzenine SİSTEM denir. Türkiye’de eğitime dair yöntemler dizinin birSİSTEM oluşturduğunu söylemek zor. Sistematik olarak değişen yöntemlerSİSTEMSİZLİĞİ eğitim sistemi haline getirmiştir.
 
Bilimsel olmaktan çok siyasikaygılarla kurgulanan eğitim süreci yalnızca öğretmenleri değil, velileri hattaöğrencilerin gerçek ihtiyaçlarını ve potansiyellerini de YOK saymaktadır.
 
Ülkenin demografik yapısını,kaynaklarını ve ihtiyaçlarını analiz etmeden eğitim sistemini planlamak mümkünolamaz. Net bir eğitim politikası olmayan Türkiye Cumhuriyeti Devleti yalnızcazamanını, parasını değil nesillerini de deneysel eğitime kurban vermektedir.
 
Dünya’daki başarılı eğitimsistemleri yetkin kadrolarca, EĞİTİMCİLER TARAFINDAN kurgulanmış, pilotuygulamalarla sınanmış, ülkenin yerel koşulları ve ihtiyaçlarıyla uyumlu olduğuanlaşıldıktan sonra KALICI olmuşlardır. Ülke koşulları ve ihtiyaçlarıdeğişmediği sürece sistem değişikliği yapılmaz.
 
Yalnızca askeri, siyasi değilBAŞÖĞRETMELİĞİ ile de dehasını ispatlamış olan Mustafa Kemal ATATÜRK, KurtuluşSavaşı sürmekte iken 1921 de MAARİF KONGRESİNİ toplayarak Türk Milli EğitimSistemini planlama yoluna gitmiştir. Bu toplantılar Heyeti İlmiye adıylaaralıklı olarak devam ederken 1933 de yasal zemine oturtulmuş, 1939’da 1. MilliEğitim Şurası adıyla toplanılmıştır.
 
Bu toplantı ve şuralarda eğitimsistemi ve müfredatlar bizzat öğretmenler tarafından çalışılmış, Milli EğitimBakanları kararların uygulayıcısı olmuştur.
 
4+4+4 parçalı zorunlu eğitim sistemine geçişin dayanağı olarakgösterilen 18. Milli Eğitim Şurasına gelinceye kadar 18. Şura gerek içerik,gerek katılım, gerekse de kararlar açısından ilklere sahne olmuştur. Eğitimsendikalarının ve derneklerinin şuraya katılım oranının dip yapmış, öncekatılıp sonra terk eden sendikaların da katkısıyla şuraya tek seslilik hâkimolmuştur.  17. Şurada ev sahibi olanSayın İrfan Erdoğan’a ve eski TTK başkanlarına da katılım çağrısıyapılmamıştır.
 
Toplam 716 katılımcı arasında belediye başkanları, il genel meclisiüyeleri, İl Özel İdarecileri, belediye meclis üyeleri, hatta 14 muhtar bilekendine yer bulabilmişken,  eğitim işkolunda kurulmuş birçok sendika ve uzun yıllardır eğitim alanında kurultaylartoplamış köklü eğitim derneklerimiz kendilerine yer bulamamıştır.
 
 
İlk Milli Eğitim Şurasınakatılanların tamamı, 18. Milli Eğitim Şurasına katılanların ise %5,6 sı eğitimcidir!
 
Şura’nın gündemine alınankonuların ele alınış biçimi, bu konuların Şura öncesinde fikre ve kararabağlandığı izlenimini doğurmaktadır. Bu bakımdan 18.Milli Eğitim Şurası,birilerinin parlak(!) görüşlerinin meşruiyet kazandığı “tavsiye mekanizması”görünümü almıştır. Şimdiden yanlışlığı anlaşılmış olan kız çocuklarını örgünlise eğitimi dışına iten, zorunlu-seçmeli derslerle gün doldurulan bilimselolmaktan uzak parçalı eğitim sistemi bu şuranın ŞUURSUZ tavsiyesidir. Ortaokulu ilkokuldan ayırmanın gerekçesi olan erken mesleki eğitim de tavsiyelerarasındadır ancak ne hikmetse düz orta okullar dışında açılan tek ortaokul tipiimam hatip ortaokuludur, o DA MESLEKİ DEĞİL akademik okul saymaktadırlar.
 
Derse girmemesi gerektiğihalde “aday öğretmenlerin” hatta bazıları öğretmen kökenli olmayan 100 binücretlinin asil öğretmen gibi derse girmesine ve çeşitli güvencelerden yoksunolarak istihdam edilmesine rağmen MEB’e bağlı kurumlardaki öğretmen açığıkapatılamamaktadır. En az 150 bin yeni öğretmene ihtiyaç olduğu halde, öncekiyıllarla kıyaslanarak 20-25 bin yeni öğretmenin atanmasının büyük bir lütufgibi yansıtılması da, 18.Milli Eğitim Şurası’nda –susarak- kabul görülmüş bireylemdir.
 
Sitemi uygulaması beklenenÖĞRETMENE, Eğitim sistemini belirleme hakkı ve görevi verilmemiştir!
Sendikamız doğal alanı dışında, siyasi bir atmosferde tartışılaneğitim sistemimizi yeniden yapılandırma çalışmalarını endişe ile izlemektedir.Eğitim; siyasi tarihimizin hesaba çekileceği, seçim vaatlerine malzemeyapılacak bir alan değildir. Daha da önemlisi insan üzerine deney yapılamaz.REFORM manşeti ile pazarlanan yeni eğitim sistemi öğretmenlerce kurgulanmamış,öğretmenin sırtına yüklenmiş bir YÜKTÜR.
 
Hiçbirreform “akşamdan sabaha” hazır edilemez!
 
PİSA raporlarında başa güreşenülkelere baktığımızda eğitim sistemlerinde on yıllarca, hatta yüz yıla varansürede bir değişiklik yapılmadığı görülecektir.Cumhuriyet tarihi boyunca değişen iktidarların kendi ideolojisinidayatma, en hafifinden “gelmişken yeni bir şey yapma” kaygısıyla pek çok değişiklikyapmış olması, bizi eğitim yarışında övünülecek bir sıraya taşıyamadı. Başarılıörneklerde de sebat edilemedi. Oysa eğitim sisteminde yapılan ufacık birdeğişikliği “başarılı” ya da “başarısız” sayabilmemiz için on yıldan fazla birsüre geçmesi gerekir. Bu süreyi kısaltmak, başarıyı garantilemenin yolu iyiplanlama yapmaktır, hazırlık süresini uzun tutmaktır. Kısacası hiçbir reform“akşamdan sabaha” hazır edilemez.
 
GüvenKayboldu!
 
Eğitim fakülteleri ve yüksekokullara ihtiyaçtan fazla öğrenci alınması, öğretmen açığından fazla yüzbinlerce öğretmen adayının birikmesine sebep oldu. Öğretmen olmak umuduyla buokullara girip yıllarca dirsek çürüten genç insanlar hayallerini, ümitleriniyitirdi. Bu durum sosyal bir yara haline geldi. KPSS sınavları genç öğretmenadayları için büyük baskı ile “olmak veya olmamak” haline geldi. Öğrencininyüksek okuldan aldığı diploma derecesine, öğretmenlik yapmaya uygun bir adayolup olmadığına ve özel alan bilgisine bakılmaksızın bu sınavda aldığı notlaragöre öğretmen olarak atandı. Son yıllarda bir de “KPSS” sınavlarının şaibeliyapıldığı haberleri medyaya yansıdı. KPSS sınav sorularını çalıp dağıtanorganize suç örgütü bir türlü yakalanamadı. Bu sınavlara güven kaybolmuştur.
 
EğitimSistemini Planlamak için BİLMEYİ Göze Almak Gerekir
 
Türkiye'de nüfus sayımı sisteminebağlı olarak öğrenci sayısı tespit edilmediğinden, okullara kayıtlar en az 6-8ay önceden yapılmadığından, okullarda öğretmen açığı en az yarım yıl öncedenbilinmemektedir. Bu durum bazı bölge ve okullarda öğretmen fazlalığına yolaçarken, bazı okullarda dersler boş geçmektedir.
 
Her değişikliğin bir ihtiyaçtankaynaklanması ve sonuçta o ihtiyacı gidermesi gerekirken “NEDEN DEĞİŞTİRİYORUZ”sorusuna bilimsel bir karşılık alamıyoruz. Sistemi değiştirecek olanlarıneğitim alanı dışından olması, eğitim hizmeti alan öğrenciler, veliler kadar buhizmeti veren biz öğretmenler için de ayrıca kaygı vericidir.
 
Eğitim,ne zorunlu, ne bilimsel, ne de parasız!
 
Yürürlülükten kaldırılan“kesintisiz, parasız, zorunlu 8 yıllık eğitim” gerçekte taşımalı, paralı ve isteğebağlıydı. Şimdiki de kesintili ama daha da sorunludur. Felsefesi gereği eğitim,zaten “zorunlu” olamaz. Tanımında “istendik davranış değişikliği yaratmak”bulunan eğitim ancak özendirildiğinde (kaliteli), ihtiyaca yönelik (bilimsel),ulaşılabilir (parasız) olduğunda yaygınlaşacaktır. Diğer bir açıdan, yaptırımıolmayan hiçbir edim zorunlu değildir. Getirilen değişiklikte eğitime devamedilmediğinde hangi yaptırımların uygulanacağı belirtilmemiş, 12 yıllıkeğitimin parasız olacağına değinilmemiştir. Eğitim maliyetini karşılayamayanbir yurttaşa “okumak zorundasın” denemez.
 
Hiçbirörnek Türkiye’yi bağlamaz!
 
Tasarıyı lehte, aleyhtetartışanların düştüğü en temel hata, dayanak gösterilen diğer eğitimsistemleridir. Türkiye’nin eğitim sistemine başka ülkelere bakarak kararvermek, komşuya iyi gelen ilacı içmek gibidir. Sonuçları felaket olabilir. Herülke demografik yapısı, sosyo-ekonomik koşulları, kültürü, ihtiyaçlarıbakımından özgündür. Ortak olan tek şey bilimdir.
 
Eğitim Sistemini kurgulayan siyasi erk öğretmeni söz-yetki kararmekanizmalarında istemezken, öğretmenler de kendi gündem ve sorunlarıyla meşgulolmakta, bir çoğu SİSTEME MÜDAHİL OLMA arzusu taşımamaktadır.     
 
Sizlere kredi kartı mağduru olan öğretmenlerden, boşanma oranlarından,hangi ek işlerde çalıştığımızdan söz etmek yerine sendikamız tarafındangerçekleştirdiğimiz bazı anketlerin sonuçlarıyla Öğretmeni eğitim sitemi dışınaiteleyen koşullarını anlatmaya çalışacağım.
 
Anadolu Eğitim Sendikası’nın 2011-2013 yılları arasında, yurtgenelinde uyguladığı anket sonuçlarından bir seçki yaptığımızda:
 
Öğretmenlerin sadece yalnızca % 53’ü öğretmenlik mesleğiniseçtiği için mutludur.
 
Öğretmenlerin % 93 gibi ezici bir çoğunluğu emeğininkarşılığını alamadığına inanmaktadır.
Öğretmenlerin % 47’si kendini psikolojik olarak sağlıklı bulmadığınıbelirtmiştir.
 
Öğretmenlerin %97 si yeni sisteme ilişkin YETERLİ hizmet içieğitim almamıştır.
 
Öğretmenlerin çoğunluğu4+4+4 Eğitim Sisteminin değiştirilmesinden yanadır.
 
 
*****
 
Her türlü enstrüman yetersizveya mutsuz bir insan elinde anlamsızlaşır.  Öğretmenden ne beklediğimizi,öğretmenliğin nasıl bir meslek olduğunu, bu mesleğin kendine özgü haklara sahipolup olmadığını, eğitim yönetimindeki yerini ve öğrencilerle kuracağı ilişkininnasıl belirlenmesi gerektiğini çözümlemeden, öğretmenin karşılaştığı sorunlara daSİSTEM sorunlarına da çözüm getiremeyiz. Biz öğretmenler kuşkusuz sisteminparçası, var olan sorunların bileşeniyiz. Çözüm sürecine katılmadığımız sürecesisteme ait sorunlar artarak sürecektir.
 
Öğretmenler olarak; sorunların muhatabı olduğumuz gibi çözümlerin depaydaşı olmak zorundayız. Eğitimdeki sistemsel sorunları öğretmen yetiştirmedenbaşlayarak, ÖĞRETMEN İLE çözeceğiz. Buna göre:
 
 
* Öğretmenlik Herhangi birinin yapabileceği sıradan bir işdeğil, uzmanlık gerektiren bir meslektir.  Öğretmenin eğitilme sürecimeslek içinde de devam etmelidir.
*  Eğitim Sistemi ve öğretmen yetiştirme konularındaiktidarlara göre değişmeyecek milli bir politika oluşturulması gerekmektedir.
* Öğretmen alımı tek kaynaktan yapılmalıdır.
* Öğretmen yetiştirme ve istihdam etme konularında ulusalihtiyaçlarımız üzerinden bir planlama yapılması, bu ihtiyaca cevap olacakşekilde YÖK ve MEB nın uyumlu çalışması gerekmektedir.
* Eğitim Fakültelerine kaynak ve kadro aktarımıyapılmalıdır.
* Öğretmen adaylarının fakültelere yerleştirilmelerinde ÖSSbaşarılarının yanı sıra, mesleğe yönelik ilgi ve yatkınlıkları, anadilikullanma becerileri, sözlü- yazılı iletişim becerileri gibi kriterler açısındanbir ön seçmeden geçirilmesi,  ya da ilk yılın sonunda sayılan nitelikleresahip olamayan aday öğretmenlerin fen-edebiyat fakültelerine yönlendirilmeleriuygun olacaktır.
* Öğretmen yetiştirme sürecindeki uygulama derslerinin notortalamasına katkısı teorik olanlardan yüksek tutulmalı, bu derslerin sayısı vesüresi arttırılmalıdır.
* Okullardaki uygulamalar, stajlar ciddiyetle yapılmalı,değerlendirilmeli, başarı sağlanıncaya kadar sürdürülmelidir. Bu çalışmayarehberlik edilen öğretmenlerin eğitilmiş olması da şarttır.
* Öğretmenlik diplomasını bu şartlarda almış olan birininKPSS ya da “alan sınavına” sokulması doğru değildir.
* Atamanın ilk gününden başlayarak emekliliğe kadarrehberlik ve hizmet içi eğitim sürdürülmeli, öğretmen kendi öğrencileritarafından değerlendirilmelidir.
* Eğitim Sendikalarının kendi üyelerine yönelik eğitimçalışmalarını düzenlemesi, tecrübe ve bilgi paylaşımı kanallarını oluşturmasıgerekir.
* Genelde devlet bütçesi, özelde de milli eğitim bütçesidaha akılcı ve ekonomik kullanılmalıdır. Burada öncelikleri ve kaynakları iyibelirlemek, popülist ve politik yaklaşımlardan uzak kalmak yerinde olacaktır.
* Ülkemizin geleceğinden tasarruf edemeyiz. Eğitimde kaliteaynı zamanda bir maliyet sorunudur. Eğitimde en etkili unsur olan öğretmenleri,yaptıkları işin önemine uygun olan ekonomik şartlara kavuşturmamız gerekir.
* “Eşit işe eşit ücret ve özlük haklar” ilkesiuygulanmalıdır. Bu anlamda ÜCRETLİ öğretmenlik uygulamasına son verilmeli, heröğretmenin kendi alanında atanması, uzmanlaşması sağlanmalıdır.
* Günümüz şartlarında idarecilerin dersegirme zorunlulukları kaldırılmalı ya da okullara “işletme müdürleri”atanmalıdır.
* Öğretmen ve idarecilerin okul ihtiyaçları için kaynakyaratma sorumlulukları-zorunlulukları ortadan kaldırılmalıdır.
* Yönetici atamalarında liyakat gözetilmeli, vekaletle kurumyönetilmemelidir.
* Kadro ve özlük hakları devletçe karşılanan fakatgeçinemeyen öğretmenlerin aynı zamanda özel kurumlarda ücret karşılığıçalışmaları her üç taraf için de doğru değildir.
* Grevli toplu sözleşmeli sendikal haklar düzenlenmelidir.
* Kadın eğitimcilerin eğitim yönetimine daha fazlakatılmaları sağlanmalıdır.
*  Siyasi partiler sendikalar üzerinden kadrolaşmaktanvazgeçmelidir.
* Yalnız öğretmenlere değil tüm kamu personeline siyasetyapma hakkı verilmelidir. Bu hakkın verilmesi hem parlamento hem de sendikalaraçısından yarar sağlayacak en azından siyaset yapma ihtiyacı sendikalarüzerinden yapılmamış olacaktır.
* Öğretmenin toplumsal statüsünü ve öğrenciler üzerindekietkisini değersizleştirecek demeç, haber ve yorumlar yerine özendiren veyücelten iyi örnekleri gündeme taşımak gerekir.
* Kariyer basamaklarında yükselmek için kıdem, yüksek lisansve doktora çalışmaları, alınan hizmet içi eğitim sertifikaları, öğretmeninbaşardığı proje ve çalışmalar, ürünler gözetilmelidir. Öğretmenin kendinigeliştirmesini özendirecek kariyer ve ekonomik iyileştirmeler sağlanmalıdır.
* Yeni müfredat ya da reformlar için öğretmenlerin,sendikaların görüş ve katılımlarına daha çok yer verilmesi projeleriniçselleştirilmesine ve başarılmasına katkı sağlayacaktır.
* Sınıf ortamında başarısızlığı kabul eden, mutsuz olduğunuitiraf eden eğitimcilerin, hizmet içi eğitime alınması, rehabilite edilmesi, busürede sınıftan uzak tutulması gerekir.
 
SON SÖZ;
 
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Öğretmenleri Eğitim Sisteminin ALTINDAKALMIŞTIR!
 
Bizzat öğretmenlercekurgulanmamış her eğitim sistemi BAŞARISIZLIĞA MAHKUMDUR. Eğitimi “seçmendevşiren” bir ARAÇ olmaktan çıkarıp EĞİTİMCİLERE emanet ettiğimiz gün,aydınlanacağız. Cumhuriyet Türkiye’sini Başöğretmenimiz Atatürk’ün izindenkoruma ve yüceltme ülküsünde olan öğretmenlerin, şartları ne olursa olsunsınıflarında aydınlık nesilleri yetiştirmeye devam edeceğine duyduğum inançlahepiniziselamlıyorum.
 
Öğr. Gör. Cansel GÜVEN
 
Anadolu Eğitim Sendikası Genel Başkanı
 
*10. Yıl ÇYDD MaltepeŞubesi Seminer Günleri Sunumu ( 13-14 Nisan 2013)



Bu site bir BMS PROJE iştirakıdır.